-
1 tutmak
I vt1) anfassen, anpacken; ( ele almak) in die Hand nehmenateşi tutarsan elini yakarsın wenn du das Feuer anfasst, verbrennst du dir die Handtut! fang!3) ( avlamak) fangen4) erwischen, ertappenbir iki yalanını tuttum ich habe ihn ein paar Mal beim Lügen erwischtgözlerini açık \tutmak (a. fig) die Augen offen haltenspor insanı genç tutar Sport hält jung7) abhaltenannesi küçüğü aptese tuttu die Mutter hielt das Kleine abbirini taşa \tutmak jdn mit Steinen bewerfenbir şeyi göz önünde \tutmak etw im Auge behaltenkendine bir avukat tuttu er hat sich einen Anwalt genommen10) kendini \tutmak sich zurückhaltenkendimi tutamadım ich konnte mich nicht zurückhalten11) einschlagenyol \tutmak einen Weg einschlagen, gehenbu yolu tutarsak güneş batmadan oraya varırız wenn wir diesen Weg gehen, werden wir vor Sonnenuntergang dort ankommenII vi1) ansetzenkireç/pas \tutmak Kalk/Rost ansetzen2) kabuk \tutmak Kruste bilden3) bekommen, kriegençarpıntısı/hıçkırık \tutmak Herzklopfen/Schluckauf bekommen4) ( para toplamı) kosten, betragen, sich belaufen (auf)masraflar... tutuyor die Kosten belaufen sich auf...hepsi ne kadar tuttu? wie viel kostet alles?bu( nlar) ne kadar tuttu? wie viel macht das?5) duası tuttu sein Gebet wurde erhörtyapışkan tutmuyor der Kleber hält nicht7) ( bir yüzeyde kalmak) liegen bleibenkar tutmuyor der Schnee bleibt nicht liegen8) ( sürmek) dauerniki saat tuttu es hat zwei Stunden gedauert -
2 yol
1. subst Weg m; Reise f; ANAT Gang m; TECH Leitung f; Streifen m (eines Stoffes); Art und Weise f; Mittel n, Mittel und Wege pl; fig Ausweg m; Vorgehen n, Methode f; System n; Ziel n, Zweck m; Mal n; TECH Geschwindigkeit f;-e yol açmak einen Weg bahnen, einen Weg anlegen; -e jemandem den Weg freimachen ( oder freigeben); Platz machen; fig jemandem Vorbild sein; fig führen zu;yol arkadaşı Reisegefährte m, -gefährtin f;yol ayrımı Weggabelung f;-i yol etmek oft besuchen A, Stammgast sein bei D;yol gitmek gehen, unterwegs sein;-e yol görünmek v/unp jemandem eine Reise bevorstehen;-e yol(u) göstermek jemandem den Weg zeigen; fam jemanden hinauswerfen; fig jemandem einen Fingerzeig geben;yolu tutmak den Weg sperren; fig einen Weg einschlagen;-e yol vermek jemandem den Weg freigeben; passieren lassen; fig jemanden rausschmeißen, feuern;yol yordam (Verhaltens)Regeln f/pl; Ordnung f;yola çıkmak aufbrechen; abreisen;(-in) yol(un)a düşmek sich auf den Weg machen in A, zu;yola düzülmek aufbrechen;yola gelmek zur Vernunft kommen;-i yola getirmek jemanden zur Vernunft bringen;yola koyulmak sich auf den Weg machen;yollara düşmek (in den Straßen) umherirren; sich auf die Suche begeben;yolda kalmak liegen bleiben, nicht weiter(fahren) können; sich verspäten;yolun açık olsun! glückliche Reise!; komm gut hin!;yoluna çıkmak jemandem entgegengehen;yoluna girmek in Ordnung kommen, geregelt werden;yoluna koymak regeln, ordnen;-in yolunu beklemek jemandes Kommen erwarten;yolunu kaybetmek den Weg verlieren, sich verirren;yolunu şaşırmak sich verirren;-in yolunu tutmak den Weg einschlagen nach;yolunu yapmak einen Weg bahnen; anlegen2. postp yoluna für A; um G willen; im Namen G; -
3 açık
\açık vermek Defizit aufweisen, in den roten Zahlen stehenkasa açığı der Fehlbetrag in der Kasseülkenin doktor açığı der Ärztemangel des Landes2) Lücke f3) ( gemi)\açıklarda auf offenem Meeraçığa çıkarmak entlassenyüzündeki ifade sevincini açığa vuruyordu der Ausdruck auf seinem Gesicht verriet seine Freude1) ( kapalı olmayan) offen, geöffnet, auf\açık bırakmak offen lassen, auflassen\açık kapı bırakmak ( fig) sich einen Ausweg offenhalten, sich eine Hintertür offen halten\açık pencere önünde vor dem offenen Fenster\açık şehir pol offene Stadtgözünü \açık tutmak die Augen offen halten2) ( yol) freiyolu \açık olmak freie Bahn habençek \açıktır der Scheck ist nicht gedecktçok \açık bir film ein sehr freizügiger Film5) ( boş) leer, freikâğıtta \açık yer kalmadı es gab keinen leeren [o freien] Platz mehr auf dem Blatt7) ( vazıh) offen\açık konuşma zamanı artık gelmişti die Zeit war nun gekommen, offen zu reden8) aufgeschlossenher çeşit yeniliklere \açık olmak aufgeschlossen sein gegenüber allerlei Neuigkeiten9) ( renk için) hell\açık bir renk eine helle Farbe\açık sarı saçlı bir kadın eine Frau mit hellblondem Haar\açık tenli hellhäutig11) ( sarılmamış) lose12) (kamuya \açık, halka \açık, gizli olmayan) öffentlich\açık duruşma/oturum öffentliche Verhandlung/Sitzung13) \açık farkla önde olmak mit großem Abstand führen1) ( açıkça) offen\açık söylemek offen sagen\açık söylemek gerekirse, ... offen gesagt [o gestanden],...\açık vermek ( fig) sich verraten, sich anmerken lassenhiç \açık vermedi er ließ sich nichts anmerkenbirine \açık olmak jdm offen seinkapım sana her zaman \açıktır meine Tür ist immer für dich offen2) ( dükkân) offen, aufbu dükkân pazarları da \açıktır dieser Laden hat [o ist] auch sonntags offendükkân \açık mı? hat das Geschäft auf?gözlerini \açık tutmak (a. fig) die Augen offen haltenışığı \açık bırakma! lass das Licht nicht an!radyo \açık mı? ist das Radio an? -
4 kulak
"1. ear. 2. gill (of a fish). 3. tuning peg. 4. natural sense of musical pitch, ear. 5. handgrip, lug, (rounded) handle (of a cooking pot). -ını açmak to listen carefully. -ı ağır işitmek to be hard of hearing, be partially deaf. - akıntısı discharge from an ear. - asmak /a/ to pay attention (to); to heed. -tan âşık olmak /a/ to be in love with (someone, something) one has never seen. -ı (bir şeyde) olmak to be listening to. -ını bükmek /ın/ to forewarn. -ına çalınmak /ın/ to overhear (something). -ını çekmek /ın/ 1. to pull (someone´s) ear. 2. to give (someone) a firm but gentle rebuke. -ları çınlamak for one´s ears to ring. -ı/-ları çınlasın. colloq. I wish he could hear this (said when something good is said of someone absent). -ını çınlatmak /ın/ to speak well of (someone absent). - delici earsplitting, deafening (noise). -ı delik (person) who´s quick to pick up news. -ını delmek /ın/ slang to tell (a gambler) that he´s been swindled. -larını dikmek (for an animal) to prick up its ears. -ını doldurmak /ın/ to fill (someone) in, put (someone) in the know; to brief, prime. - dolgunluğu knowledge picked up here and there (by listening). -tan dolma (knowledge) picked up here and there (by listening). -ları dolmak to be fed up with hearing the same thing over and over again. -ı düşük 1. listless, lifeless. 2. glum, blue. -erimi earshot. -ına gelmek to hear. -ına girmek to heed, take note of; to accept as true. - iltihabı path. ear infection. - kabartmak to prick up one´s ears, be all ears. -larına kadar kızarmak to blush/flush hotly, go beet red. -tan kapmak /ı/ to pick up (knowledge) here and there (by listening). -ına kar suyu kaçmak to hear some disquieting news. - kepçesi anat. earlap, the external ear. - kesilmek to be all ears, listen attentively. -larını kısmak (for an animal) to lay back its ears. - kiri earwax. -ı kirişte olmak to be all ears. -ına koymak/sokmak /ı, ın/ to fill (someone) in about; to prime (someone) about. -tan kulağa (news traveling) on the grapevine. -ına küpe olmak to be a lesson to, serve as a warning to, leave a lasting impression on. - misafiri olmak /a/ to overhear. -ını okşamak (for a sound or spoken words) to delight (one). -larının pasını gidermek (for music) to delight (one) because one hasn´t heard its like for a long time. -ları paslanmak not to have heard good music for a long time. -ına söylemek /ı, ın/ to whisper (something) in (someone´s) ear. -ı tıkalı 1. hard of hearing. 2. unwilling to listen; (person) who is not listening. - tıkamak /a/ to pretend not to hear; to ignore. -larını tıkamak /a/ to shut one´s ears to, not to listen to. - tutmak /a/ to listen carefully (to). - uğultusu ringing in the ears. - vermek /a/ to listen carefully (to). - yağı earwax, cerumen. - yolu anat. auditory canal."
См. также в других словарях:
ışık tutmak — 1) bir yeri ışıkla aydınlatmak Biraz evvel bize ışık tutan sakallı adam bu hareketime dikkat etmişti. R. N. Güntekin 2) düşüncesiyle kılavuzluk etmek, konuyu aydınlatıcı düşünceler söylemek, tutacağı yolu göstermek Gökalp, bu odada her gün yeni… … Çağatay Osmanlı Sözlük
dümen tutmak — den. teknenin gideceği yolu gözleyerek dümeni yönetmek Kimimiz dümen tutar mavnalarda / Kimimiz çımacıdır halat başında. O. V. Kanık … Çağatay Osmanlı Sözlük
yol tutmak — 1) yaşayış ve davranışını kendine göre bir düzende sürdürmek Babası, dedesi de bu bostanda bahçıvanlık ederlermiş, bu da o yolu tutmuş. M. Ş. Esendal 2) bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
yol — is. 1) Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik 2) Karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer Bahçeleri bahçelere toprak yollar bağlardı. Ç. Altan 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
açık — sf., ğı 1) Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı Açık pencerenin önünde denize karşı saatlerce dertleştik. R. N. Güntekin 2) Engelsiz Açık yol. 3) Örtüsüz, çıplak Açık baş. 4) Boş Kâğıtta açık yer kalmadı. 5) Görevlisi olmayan, boş (iş, görev) … Çağatay Osmanlı Sözlük
kafa — is., Ar. ḳafā 1) İnsan başı, ser 2) Hayvanlarda genellikle ağız, göz, burun, kulak vb. organların bulunduğu vücudun en ön bölümü 3) Çocuk oyunlarında kullanılan zıpzıp taşının veya cevizin büyük boyu 4) Mekanik bir bütünün parçası Distribütör… … Çağatay Osmanlı Sözlük
makas — is., Ar. miḳaṣṣ 1) Bir eksen çevresinde dönebilecek biçimde çapraz eklemlenmiş, birbirine bakan yüzleri keskin iki çelik lamadan oluşmuş, arasına yerleştirilen herhangi bir şeyi kesmeye yarayan araç, sındı Her iki eliyle kullanırdı makasıyla… … Çağatay Osmanlı Sözlük
deniz — is. 1) Yer kabuğunun çukur bölümlerini kaplayan, birbiriyle bağlantılı, tuzlu su kütlesi 2) Bu su kütlesinin belirli bir parçası Marmara Denizi. Karadeniz. 3) Aydaki düzlükler 4) mec. Geniş alan 5) mec. Çokluk, yoğunluk Birleşik Sözler deniz… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kavramak — i 1) Elle sıkıca tutmak Çocuğu koltuk altlarından kavrayıp kaldırdı. N. Cumalı 2) Bir nesne veya düşünceyi her yönünü anlamak, iyice anlamak İnsanoğlu gerçeğin bir parçasını kavradı mı bütününü kavradığı düşüne kapılır. S. Birsel 3) Motorlu… … Çağatay Osmanlı Sözlük